Kanıtlar Asla Yalan Söylemez

Kararlarınızı neye göre alıyorsunuz? Sözlere mi kanıtlara mı dayandırıyorsunuz? Uzun dönemli adli incelemeler ve beyin üzerine çalışan uzmanların birleştiği bir nokta var: Tanıklar oldukça güvenilmezdir. Bilimsel metodun neler kazandırabileceğinin tarihi örneği bu yazıda.

Bugüne kadar tespit edilen karadelik sayısını biliyor musunuz? Bugüne kadar insanlığın gördüğü karadelik sayısını biliyor musunuz? Yazıyla sıfır. 0. Güneş sisteminin dışında binlerce gezegen bulundu. Bunların çok çok büyük bir yüzdesini görmedik. Fotoğrafını çekemedik.
O zaman şu soru aklınıza gelebilir: Karadelikleri ve gezegenleri neye dayanarak bulduğumuzu ilan ediyoruz? Kendilerini görmesek bile etkilerini görüyoruz. Karadelikler çevrelerindeki yıldızları fırıldak gibi döndürüyor, bazen de sapanla fırlatır gibi bir yerlere savuruyor. Ender olarak da açık açık yutuyor. Gezegenler de ya yıldızlarının hafifçe (ama gerçekten çok hafifçe) yalpalamasına neden oluyor veya önünden geçerken hafifçe (yine gerçekten çok hafifçe) karartıyor. Geçmiş gözlem, bilgi ve deneylerle birleştirdiğinizde bir sonuca varıyorsunuz. Karadeliğin kaç güneş kütlesinde olduğunu, gezegenin kütlesini ve yılının ne kadar sürdüğünü bile söyleyebiliyoruz.
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerin başında soyut düşünebilmek gelir. Hatta en yakın kuzenlerimizden bile ayırır diyorlar bu özellik. Soyut düşünce kanıtları izlemeyi, onlardan sonuç çıkarmayı getirir. Bilimsel metot da bunun üzerine kuruludur. Tecrübe de bu noktada öne çıkar. Karşılaştığınız durumu bire bir benzeşmese bile geçmişte yaşadığınız (hatta bazen dinlediğiniz) şartlarla bağdaştırır ardından da o durumda işe yarayan ve yaramayan eylemlerin projeksiyonu ile doğru hareket tarzını tespit edersiniz. Ama bunu çok sık yapabildiğimizi söylemek zor. Hele bir ne olacak görelim yaklaşımı felaketleri bize getiriyor.
70.000 yıl önce atalarımız Afrika'dan Arap Yarımadası'na geçerken, o zamanki deniz seviyeleri de göz önüne alındığında, 10 km'lik bir su yolculuğu yapmaları gerekiyordu. Karşı kıyıyı gördüler, sallarını yaptılar ve dünyanın geri kalanına açıldılar. Asya kıyısı boyunca ilerlerken tüm bilgi ve yeteneklerini kullanmaları gerekti. Çöllerden geçtiler, su ve yiyecek bulmaları gerekti. Daha önce hiç karşılaşmadıkları bitki, hayvan, iklim ve yer yapılarıyla karşılaştılar. 10.000 yıl sonra Timor Denizi'ne ulaşmışlardı. İşte o noktada deniz kıyısından baktıklarında kara parçası yoktu. Bir bakışla dünyanın sonuna gelmişlerdi. Peki gerçekten öyle miydi?
Çoğumuz diyoruz ki, kara görünmüyorsa yoktur. Ama aslında orada da kara olabilceğine dair kanıtları görebiliyorlardı. Ufkun belirli bölümleri özel bulutlarla kaplanıyordu. Hava hareketlerine bağlı oalrak bu bulutların miktarı değişiyordu ve o bulutlar genelde deniz üstünde görülmüyordu. Ama kara parçalarında, özellikle de kıyılara yakın dağların üzerinde izledikleri yol boyunca o bulutlardan görüyorlardı. Eskilerin anlattığı hikayeler de öyleydi. Ne de olsa bilgi ve tecrübeye saygı vardı. Ayrıca ender de olsa güneyden fırtına geldiğinde suda dal ve yapraklar da görüyorlardı.
Derken bir gün birileri güneye gitmeye karar verdi. Buna uygun sallarını yaptılar. Günümüzde yapılan deneylere göre doğru rüzgar ve akıntı ile 160 km'lik o açıklığı aştılar. İnsanlığın yolculuğuna baktığımızda Avustralya'nın Avrupa'dan önce keşfedildiğini görüyoruz. Hangi sayede? Kanıtları okuyabilen bir avuç akıllı atamız ön ayak olduğu için.
Kanıtlara bakın. Ne söylendiğine değil. Tekrar olacak ama Dr. Gregory House ne demişti: Herkes Yalan Söyler.